“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var
Benim mi Allahım bu çizgili yüz”
"Yaşanmışlıklar ve bizde bıraktığı izler" bu hafta ki köşe yazımızın konusu.
Yaşanmışlıkların en belirgin izleri gözlere, gözaltı çizgilerine ve alına yansıyanlardır. Hiç tanımadığınız bir insanla karşılaştığınızda tebessüm edişinden tutun da, alnındaki kırışıklıklara, şakaklarında oluşan aklardan, ellerindeki nasırlara kadar neler yaşadığını, ne gibi zorluklardan geçtiğini az çok tahmin edebilirsiniz.
Mutlu bir geçmişi varsa; yüzündeki çizgilerin sayısı az, gözlerindeki ışığın yansıması çoktur. Eğer ki hırpalamışsa onu geçmişi; hoyrattır duruşu, yüzündeki çizgileri fazla, gözlerindeki izler ise derindir.
Yaşanmışlıklar herkeste farklı etkiler bırakır. Kimilerinin bedenleri yaralanır, kimilerinin ise ruhları darbe alır. Kimi yaşanmışlıklardan dersler çıkarılır, kimi yaşanmışlıklar mutluluk katar, hayatı anlamlaştırır.
Kimisi dumanı üstünde bir tarhananın o mis kokusuyla çok eskilere dalar gider, kimi bayramda mendilin arasındaki lokumun tadını anımsar yüzünde tatlı bir tebessümle…Kimi için anıları süsleyen ve özlenen hayatı ifade ederken yaşanmışlıkları, kimileri içinse sadece hüzün, gözyaşıdır ; unutmaya çalıştığı ancak peşinden hiç ayrılmayan…
Yaşama dair edindiğimiz birikimlerimiz ve tecrübelerimiz çok önemli. İyi bir geçmişle harmanlanan gelecek sağlam temeller üzerine inşa ediliyor. Yaşanılanlar, hayat içerisinde sizin en büyük rehberiniz oluyor. Doğruyu-yanlışı, iyiyi -kötüyü, dostu- düşmanı ayırmada geriye dönük yaşanmışlıkların katkısı büyük .
Geçmişiniz travmatik izler taşıyorsa şayet siz istediğiniz kadar kurtulmaya çalışın bir gölge gibi peşinizden ayrılmaz . Psikologların çocukluğunuza inmek isteme nedeni de budur aslında .
Çünkü , hayata, varoluşa, kendimize, ötekilere ilişkin olumlu-olumsuz ilk temsiller, ilk imajlar çocuklukta oluşuyor. Bu oluşanların önemli bir kısmı ilk nesnelerimiz olan ebeveynlerimizden aktarılıyor bizlere. Önce onların gözlükleriyle görmeye çalışıyoruz kendimizi, hayatı, olup biteni
Eğer o gözlükler kirliyse, camları kırıksa ya da numaraları ilerlemişse bizim gözlerimiz de ona göre biçimleniyor. Artık o gözlükleri kullanmıyor olsak bile o gözlükleri kullandığımız zamanlarda biçimlenen gözlerle bakmaya devam ediyoruz olup bitene. Bu bakışın bulanıklığını temizleyebilmek için ise kendimizi ebeveynlerimizden sağlıklı bir şekilde ayrıştırmayı başarabilmemiz gerekiyor. Ancak sağlıklı bir ayrışmayla kendimize ait bir bakışın varlığı mümkün olabilir.
Çocukluğumuz, yaşamın zorluklarına karşı dayanağımız da olabilir bazen . Çünkü acılara karşı ilk bağışıklığımızı çocukluğumuzda kazanmışızdır. Hayatın virüslerine karşı direncimizi yüksek tutan belki de çocukluğumuzda aldığımız yaralardır. Şunu da unutmamak gerekir ki çocukluğumuzda aldığımız bir yara sayesinde artık hiçbir şey eski haline dönmeyebilir zira hamurumuz o yarayla şekillenmeye başlamıştır. Ancak o yaranın varlığını kabul ederek onu işleyerek dönüştürmeye başlayabiliriz. Ve o yarayı daha işlevsel bir hale getirebiliriz zamanla.
Yaranın işlevselliği, bu yarayı yaratıcı bir sürece dönüştürebilme becerisidir çoğu zaman. İlla sanatsal bir yaratıcılıktan bahsetmiyorum burada. Yaratıcılığın, yaratıcı düşünmenin her türlüsünden bahsediyorum. Bir kitap yazmak, bir film çekmek, bir mimari proje yürütmek de olabilir bu, bir yardım kuruluşunda bir şeyler yapmak, bir çocuğa bir şeyler öğretmek, kişinin kendisiyle iyi geçinmesi de olabilir, iyi bir ebeveyn olması, insan ilişkilerindeki başarısı da olabilir.
Ama asıl unutulması gereken şudur ki herkes iyi kötü geçmişinden izler, yaralar taşır . Hangi insan diyebilir benim komplekslerim, mutsuzluklarım, olumsuz taraflarım yok diye. Diyebilen varsa bu bile başlı başına kocaman bir problem teşkil etmektedir
O yaralar bizimdir. O yaraları başkalarının sarıp sarmalamasını beklemektense önce kendimiz onlara dokunabilme cesaretini gösterebilmeliyiz. Gerekirse o yaraya pansuman yapıp sonra kabuk bağlamasına izin vermeli ve ardından oluşan yara izine saygı duymalıyız.
Çünkü yara izi, biraz da yaşam izidir.
KEZBAN SELÇUK