Bu hayatta nelere göz yumuyor, neler için hayata meydan okuyoruz. Hepimizin yaşama baktığı pencereler birbirinden farklı. Ortak noktalarda buluştuklarımız oluyor, ancak bakılan şeye ne açından bakıldığı sanırım burada asıl önem arz eden. Sana göre hayati önemi olanın, bir başkasına göre değeri bile olmaması durumunu nasıl açıklayabiliriz kısmında tıkanıp kalıyorum bazen. Sanırım bu da adaletsiz dağılımın insanoğlu üzerinde bıraktığı hain etkilerden biri olsa gerek. “Tok olanın, açın halinden anlamama durumu” gibi işte…
Bireysel dönüşüm sürecine adım atmanın yalın bir yolu olarak bilinçli farkındalık; acıyı azaltan tüm deneyimlerle ilişkide olmayı içerir. Bu ilişki, kendine ve diğerlerine ve tüm olan-bitene yargısızca dikkat verebilmeyi, açık bir deyişle farkındalığı artırılmış bir duyarlılıkla deneyimin belirli bir kesitine yoğunlaştırmayı gerektirir.
Peki nedir farkındalık ?
Farkındalık, olayların otomatik, kalıpsal, alışılagelinmiş yollarla tepki verilmemiş halleriyle sessiz bir tanık tutumunda izlenmesi olarak tanımlanabilir. Öyle ki, bu tanım bireyin algısı ve tepkisi arasındaki boşluk olarak da düşünülebilir.
Olup bitenler karsısında bu birçoğumuzun büründüğü vurdumduymaz, umursamaz ruh halinin, inanın daha literatürde bir tanımı olduğunu düşünmüyorum. Ne zaman bu denli duyarsızlaştık. Bizi bu hale iten nedenlerin altında ne yatıyor bilinmez. Ancak bilinen bir gerçek var ki; o da silkelenip bir an önce uyuduğumuz ya da uyumaya çalıştığımız o kış uykusundan uyanmak, çevremizde olup bitenlerin farkına varmak.
Günümüz modern toplumu varoluşsal bir boşluğa düşmüş, hesapta yüzeye çıkmaya çalışan ancak çırpındıkça daha da derinlere dalan bir vaziyette. Her günü bir önceki günün aynı “motomot” bir şekilde yaşayıp gidiyoruz. Herkesin yetişmesi gereken yerleri, bir an önce bitirmesi gereken işleri, meşguliyetleri var. Bir anlık bir bekleme soluk alma anında bile zihnimiz ya dönüşü olmayan geçmişin tecrübelerinden ziyade pişmanlıklarıyla ya da her şeyi kontrol altına alabilecekmişiz, öyle bir gücümüz varmış gibisinden geleceğin planlarıyla kendini doldururken; etrafta olup bitenler ister istemez gözden kaçıyor. Zihin o denli dünle ve gelecekle meşgul ki, anda olup bitenlerin farkına varmak da güçlük çekiyor. Durum böyleyken aklımıza takılan senfoni orkestrasını aratmayacak şekilde herkesin ahenk içinde yaptığı bu koşuşturmanın ne anlama geldiği ve yapılanların neye hizmet ettiği ya da bize ne kadar fayda sağladığı gibi… Eğer tüm bu yazdıklarıma yanıt aramaya başladık ve düşündüysek üzerinde işte o zaman birtakım şeylerin de farkına vardığımıza işarettir bu. İşte o zaman “ben” duygusundan sıyrılıp “biz” olma yönünde ilerleriz. Sadece kendi iç dünyamız ve bedensel varlığımızın dışında, içinde bulunduğumuz ve varlık nedenimizle bütünleşen evrene karşı da birtakım sorumluluklarımız olduğunun farkına varırız. Bu da bizi özel ve farklı kılar.
Eminim ki; birçoğunuzun severek okuduğu Paulo Coelho’nun yazdığı Simyacı kitabından güzel bir hikaye ile noktalamak isterim yazımı; “Genç bir adam yaşlı ama bilge kralın sarayına gider. Kral, bilgeliği arayan gence içinde sıvı yağ bulunan bir kaşık verir ve dökmeden sarayı dolaşmasını ister. Genç yağı dökmeden sarayı dolaşıp kralın huzuruna gelir. Kral gence sorar; ‘Salondaki acem halılarını gördün mü?’ Genç görmediğini belirtir. Kral gence kütüphanesini, tablolarını, sarayın güzel bahçelerini görüp görmediğini sorar ve gençten hep ‘hayır’ cevabı alır. Bunun üzerine kral gence sarayı bir kez daha dolaşmasını ve sarayın güzelliklerini görmesini ister. Genç sarayı tekrar dolaşır ve bütün güzellikleri görür. Ancak bu arada, elindeki kaşıkta bulunan yağ da dökülmüştür. Kral gence, ‘bilgelik ve yaşamın gizi; yağı dökmeden, dünyaya bakabilmektir’ şeklinde öğüt verir.
Kaşıktaki bu yağ, görevlerimizi ve çevremize karşı olan sorumluluklarımızı ifade eder. Bu hikâyeden yola çıkarak üç grup insandan bahsedebiliriz. Birinci grubu, kaşıktaki yağı dökmeyen, ancak çevresine, dünyaya bakmayan insanlar oluştururken, ikinci grubu anlık hazlar peşinde koşup, yağı ve kaşığı kaybedenler, üçüncü grubu ise kaşıklarındaki yağı dökmeden, dünyaya bakmayı beceren insanlar oluşturur. Bizler kendimizi eğiterek yağı dökmeden dünyaya bakıp bu üçünce gruba dahil olabiliriz.
Değişimin ilk adımı fark etmek, ikincisi kabul etmek, üçüncüsü tatbik etmektir. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere hoşça kalın..
(KEZBAN SELÇUK)