“Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç “
Albert Einstein
Aslında söze pek de hacet yok, Einsteın ne de güzel tanımlamış “önyargıyı” diyeceğim ancak işimiz kelimeler …E malum yazmadan, söylemeden ifade edemeyiz hissettiklerimizi dolayısıyla bize burada düşen görev yazmak.
Evet girişimizden de anlayacağınız üzere bugün ki köşemize peşin hükümlü olmayı (önyargı) taşıdım. Dilerseniz önce önyargının kelime anlamına bakalım. Önyargı; Bir durum ya da kişinin aleyhine bazen ise lehine olacak şekilde oluşmuş bir kanaati ifade eder. Genelde negatif bir tutum olarak belirtilir.
Ve ne yazıktır ki halk arasında öylesine yaygın ki, on kişiden en kötü 8’inde görülür. Önyargıların altında toplumsal tabular yatar. Bölgelere, kentlere, hatta ülkelere göre değişiklik gösterir. Kimi toplumlarda ağır yargılamalar, büyük sonuçlar doğurur etkisi uzun sürelidir, kimisinde ise sadece dost sohbetlerinde ele alınır orada konuşulur ve kapanır gider.
İnsanlar önyargıları sosyalleşme içinde öğrenir. Sosyalleşme ise ilk ailede başlar. Aile yapımızdaki insanların bakış açısı bizim topluma bakış açımızı etkiler ister istemez. “Aykırılıklar” önyargının en büyük besin kaynağıdır. Aykırılık diyorum da kime göre neye göre orası da tartışılır.
İnsanlar çoğu zaman dış görünüşe göre karar verirler, bu bir nevi kişinin tercihlerine saygısızlıktır. Uzun saç, küpe , erkeklerde bir dönem aykırılıktı. İpsiz sapsız insanların işi gibi algılanır böyle insanlara temkinli yaklaşılırdı. Zaman ilerledikçe, alışkanlıklar değiştikçe bu yargı kırıldı ve profesörlerin bile kulağında küpe görmeye başladık. İpsiz sapsız diye nitelendirdiğimiz o küpeli, uzun saçlı insanlar, bilim adamı, doktor ,avukat oldu .Yani sözün özü küpesiyle, saçıyla yargıladıklarımız, yeri geldi bizi aklıyla dövdü.
Öylesine yer etmiş ki hayatımızda önyargı , örneğin bir lokantaya gittiğimizde önümüze gelen yemeğin tadına bakmadan tuz atmamız buna sadece küçücük bir örnek .Gerçi bu küçük dediğim davranış bazen olmadık zaman ve yerlerde büyük sonuçlar doğurabiliyor .
Bazen firmalar işe alım süreçlerinde özellikle de kritik pozisyonlar için bilindik testler ve süreçler dışında yöntemler geliştirebiliyor. Olaylara yaklaşımınız merek edilebilir, bunun için farklı bir test ortamından geçebilirsiniz. Yaşanmış bir örnek vermek isterim size bu konuya ilişkin. Bir uluslararası firmada yöneticilik pozisyonuna basvuran ve ilk iş görüşmesi olumlu geçen aday, ikinci görüşmesinde yemekli bir ortama davet edilebilmiş ve ortamdaki davranışları yönetimce değerlendirilmiş. Aday o ortamda önüne konulan yemeğin tadına bakmadan direkt tuz dökmüş. Problemi tespit etmeden çözüm ürettiği gerekçesiyle testi geçememiş ve işe alım süreci başarısızlıkla sonuçlanmış.
Ön yargı denilince akla sadece olumsuz bir durum da gelmemelidir, Bazen olumlu bir şekilde ön yargıda bulunabiliyoruz.
Bir bebek yılandan korkması gerektiğini bilmez, bu olgu zamanla ona öğretilir ve yılan ona zarar vermese dahi korkması gerektiğini bilir. Bu örnekte olduğu gibi önyargının olumlu tarafı önceden öğretilmiş korkuların, davranışa dönüşmesi ve olası bir felaketin önüne geçilmesi…
Ama asıl doğru olan kişilerin idrak yeteneklerini kullanmalarıdır. Düşünme yetisi bizlere bunun için bahşedilmiştir .Her ne kadar doğru ve yanlış bizlere iletilse de bunun ayrımını yapabilmek kişinin hür iradesine bırakılmalı , yanlışa kendisi karar verebilmelidir. Aksi takdirde kişiye benimsetilen görüşler onun gelecek de ne istediğini bulmasını zorlaştırır. Kendi düşündüğü değil de başkalarının görüşleri doğrultusunda hareket eder ve buda kişinin kendini doğru ifade edememesine kadar gider. Bu tutum insanların karşılıklı olarak güven duygusunu da zedeler.
Aslında ön yargılarımızdan kurtulmak mümkün bunun ön koşulu ; Önyargılarımızın farkına varmak, sonrasında ise bunların sebeplerini düşünmek, önyargılı olabileceğimiz konuyu araştırmak, konuyu farklı bakış açılarından ele almak kendimizi kalıpların dışına çıkmaya zorlamak, her türlü fikre açık olmak, önyargının vereceği zararların çarpan etkilerini düşünmek gibi etkileri uygulamaya çalışarak yargılarımızı yönetmekle bunun üstesinden gelebiliriz
Yukarıda yazdıklarım basit gibi görünse de konu uygulamaya gelince ne yazık ki sonuca ulaşmak o kadar da kolay olmuyor. Çünkü insanlar alışkanlıklarından vazgeçmek istemiyor. Beynimiz ve algılarımız kalıpları ve tembelliği seviyor.
Bireysel, toplumsal, ülkesel olarak önyargıların oluşmasını istemiyorsak, başkalarının bizlerle ilgili önyargılı davranışlarını pekiştirici davranışlarda bulunmamamız gerekiyor.
Ayrıca, önyargılarımız nedeniyle neler kaybetmiş olabiliriz? sorusunu da kendimize sorabilmeliyiz. Her gün hayatın her alanında çeşitli konularla ilgili kararlar verirken, bu kararlarda önyargılar ne kadar etkili bunu düşünmek gerekmez mi sizce de ne dersiniz?
Ünlü düşünür Mevlana’nın sözleriyle makaleme son vermek istiyorum
“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörürlükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
MEVLANA
Kezban SELÇUK